25 Nisan 2018 Çarşamba

23 Nisan Büyükada ve Aya Yorgi Kilisesi


   Heyooo  geçmiş 23 Nisan çocuk bayramımız kutlu mutlu olsun. Biz anne oğul resmi tatili ve havanın güzelliğini de fırsat bilip kendimizi adaya attık. Önce sabahki resmi törene katıldık sonra okul bandosunun geçişini çoşkuyla seyredip vurduk kendimizi ada yollarına. 

 Ortodoks mezhebinde 23 Nisan, Yorgo’ların “isim günü” olarak kabul ediliyor. 24 Eylül ise Hz. İsa’nın havarisi Paulus’un yaydığı yeni dine kendini adayan ve defalarca öldürülmeye çalışılsa da mucize sonucu kurtulan Aya Thekla’nın anıldığı tarih.
Bu tarihlerde Aya Yorgi’ye giden yolu çıplak ayakla ve hiç konuşmadan takip edenlerin yarı hacı olduğuna inanılıyor. Tam hacı olabilmek için İzmir'de ki Meryem Ana Kilisesine gitmeleri lazım. Tabi sadece hristiyanlar değil, her inançtan insanlar inanmış olarak yürüyor,makaralarını açıyor,mum yakıyor ve diğer türlü batıl şeyleri yapıyorlar. Kilise bile kapısına bunların batıl inanç olduğu ve sadece Allah'a inanıp, ondan dua ile dilekte bulunmaları gerektiğini yazmış, daha ne olsun!

Bu yüzden ada oldukça kalabalıktı. Fayton kuyruğu ta iskeleye kadar ulaşmıştı. Benim asla tercih etmeyeceğim bir ulaşım aracı. O zavallı canlılara "fayton keyfi" altında binip yapılan işkenceye ortak olanları da kınıyorum. O gün orada bir at canından oluyordu.Aşırı derecede yorgun atlar çalıştırılıyor hatta daracık yollarda hem yaylar hem bisikletliler hem faytonlar varken birde hızlıca tepeye varıp, yeni müşteri almak için fayton solluyorlar. Kaç kişi eziliyordu , şimdiye kadar kaç at canından oldu yeter artık. Yandaki videoda Berkay'ın haklı isyanını göreceksiniz:)

850mt Azap yokuşunu çıkarken sağlı sollu "dua yeri" denilen ,dünyanın dört bir yanında misyonerlik için gelmiş ücretsiz kitap,incil dağıtıp sizler için karşılıksız dua eden insanlar var. Aslında oldukça güzel sonuçta şimdiye kadar kaç din kardeşiniz sizin için gönülden dua etti? "Kimin duasının kabul olacağı belli olmaz,ben dua istiyorum anne." diyen minnak gözüne kestirdiği asyalı bir gruba yanaştı, dua istediğini söyledi onlarda oldukça güzel karşılayıp ilgilendiler. İşin garip tarafı kıpır kıpır yerinde duramayan çocuk dua edilene kadar bekledi:) Gitar çalan bir grubu hemen önlerindeki toprağa çöküp dinledi,dans etti. Yukarıda kiliseye girenleri izledik ve deniz manzaralı minik bir piknik yaptık.

Adaya gelmişken dondurma yemeden de dönmedik tabi.Mekanımız burası.

Hafta sonu ve bayramlara denk gelmezseniz bisiklet kiralayıp sakin sokaklarında gezmek için oldukça güzel bir yer.ben tercihen Heybeliada ve Burgazada' yı daha çok seviyorum. Şimdi önümüzde 1 Mayıs tatili var onun içinde minik bir plan yapalım:)

16 Nisan 2018 Pazartesi

Çocuk Kitapları : Elmer Serisi


    Rengarenk kendine has bir fil olan Elmer'i tanımayan yoktur ama biz anne oğul çok sevdiğimiz için bahsetmek istedim. Benim en sevdiğim tarafı "farklılıklar güzeldir" mesajını gözümüze sokmadan, çok öğretici bir hikaye ile anlatmadan, normal şekilde bahsediyor oluşu. Gereklilik kipi kullanmamasını bence çocuklar bile fark ediyor, bu da hikayeyi daha çok sevdiriyor ve seriyi daha özel bir yere koyuyor.
  Öz saygı, farklılıklara saygı ,sıradan olanında güzel olduğu, çeşitlilik, olumlu düşünce, dayanışma, kuşaklar arası ilişkiler (dede torun gibi), hoşgörü gibi bir sürü farklı konu geçiyor içinde ve dediğim gibi buna rağmen öğretici ve sıkıcı değil aksine rengarenk ve sıcacık.
   Biz ilk olarak Elmer ve Büyükbaba Eldo'yu almıştık. Berkay dedesiyle okumalara doyamamıştı. Okulda da geçen ayın Gems konusu "Gökkuşağı" idi. Elmer ve Gökkuşağı'nı okudular ki o kitaptaki "verdikçe eksilmezsin" mesajı da bence çok hoştu. 1 ay boyunca çeşitli Elmer etkinlikleri yaptılar ve çok eğlenmiş hatta evde de okulda ki gibi boyama yapmak istedi. İnternet ve Pinterest bu konuda bir derya, "Elmer etkinlik" yazınca onlarca öneri çıkıyor. 
  Geçen günde okulla birlikte İyi Cüceler Kitap evine gitmişlerdi, dinledikleri hikayenin ardından her çocuk (20tl bütçeleri ile) kendi seçtiği kitabı tek başına alışveriş yaparak almış. Bizim ufaklıkta Elmer kitabını seçmiş:) "Neden bu?" dedim. "Çünkü o tatlı ve iyi bir fil, çok renkli oluşu da ne güzel,bence benim arkadaşım olsa çok iyi anlaşırdık" dedi. Seriden iki kitaba daha göz koymuş bile onları da istiyor. Hem kendime hem çocuğuma bolca kitap aldığım için gereksiz yere masraf(!) yapmakla suçlanıyorum en başta annem ve çoğu kişi tarafından ama gerçekten anlayamıyorlar kitapların verdiği zevki, kurdurduğu hayalleri, nasıl bir sığınak olduğunu. Eğer ikinci el için bolca seçenek ve güzel çocuk kütüphanelerimiz olsaydı tabi ki bu seçenekler değerlendirirdim fakat böyle bir imkan yok. 


  Elmer der ki; " farklılıklar güzeldir ama özel olmak için farklı olmaya ihtiyacımız yok!

Hafta Sonu Yavaşlığı


    Hafta sonları en sevdiğim şey yavaş geçen kahvaltılar. Bir süredir İstanbul'da hafta sonu için kahvaltıya dışarı çıkmayı bıraktık. 

Düşünsene sabah erkenden kalkmak lazım birde piknikçi trafiğinde (!) boşa giden zamanı düşündüm hem sonra hiç sevmediğim şey dip dibe masalar, üstelik evdekinden farklı hiç bir şey olmamasına rağmen istedikleri fahiş fiyat artık beni bezdirdi. İzmir bu konuda hem çok seçenek hemde daha uygun fiyata daha doğal ürünlerle, bol çeşitle kahvaltı imkanı sunuyor, gözünü sevdiğimin memleketi! Neyse biz artık evin sakinliğinde herkesin kendi özel zevkine uygun hazırladığımız yiyeceklerimizi muhabbet ederek tıkınıyor ve "bugün naapsak" diye düşünüyoruz. Hafta sonu demek aile zamanı demek. E baharda geldi öğlen güneşinde yürüyüş,çiçek ve böcekleri incelemek. Bazen kuşların bazen rüzgarın ormanda yarattığı müziği dinlemek yada sadece dalgaların sesi ve Berkay'ın çığlıkları:) En sevdiğimiz yiyeceklerden hazırlayıp atıştırmak,kumlarda oynamak,belki biraz kitap okumak,sonra biraz kirlenmek..bolca gülmek.. İşin stresini ve gelecek kaygılarını biraz olsun kenara bırakabilmek ve sadece birbirimize konsantre olmak.
Gezilecek müzeler,sergiler yada denenecek mekanlar oluyor mesela seçenek o kadar çok ki bunca insan neden avmlere tıkıyor kendini anlayamıyorum. 


  Biz bu hafta sonu ne zamandır ziyaret etmek istediğimiz Barış Manço' nun Moda'da ki müze evine gittik. Çocuklara para almıyorlar yetişkinler için giriş ücreti 10 tl. İçeride Barış abinin şarkıları eşliğinde geziyorsunuz.Bahçedeki domates,biber,patlıcan ve bodrum kattaki şövalye odası minnağın en ilgisini çeken bölümler oldu. Adam Olacak Çocuk programından bir photo booth hazırlamışlar orada fotoğraf çekildik,yüzüklerini,ilginç kıyafetlerini falan incelediğimiz keyif aldığımız bir yer oldu.

Çıkınca hemen sahile parka inip orada vakit geçirdik.Herkes çimlerde köpeğiyle oynayan,okey takımını kapıp gelen, kitap okuyan,top oynayan,spor yapan,dans eden,gitar çalan..envai çeşit insan var Moda Sahilinde. Kayalarda oturup yelken yarışmasını izledik biraz bizde minnak için bu sporlar ilgilensin istiyoruz bakalım ileride o da ister umarım. Türkiye de 7 yaş öncesi başlanmıyor o yüzden vakit var.


Birde minik ve şirin bir tatlıcı keşfettik.Enfes bir Torta Al Mascorpone minnak tarafından üç dakikada mideye indirildi ben Limoncello Tiremusu yedim ama bir dahaki sefere Churros deneyeceğim. Çok seviyorum Kadıköy'ü çok! 



   Pazar sabahı da Şile'ye gittik havalar iyileşmeye başlayınca bizim tatlı ve sakin balıkçı kasabamız da kalabalıklaşmaya başlamış o yüzden iki üç saat sahilde oynayınca oradan çıktık, deniz fenerine uğradık ve sonra köy köy gezerek kendimize yeni ve sakin bir mekan keşfettik. Polonez ve Cumhuriyet köyü aslında çok güzel mekanları olan ama inanılmaz derecede kalabalık ve hem gidiş hem dönüş trafiği artık işkence olan yerler. Geçen senelere kadar buraları çok sık tercih ediyor olsak ta artık hafta sonu rotamızdan çıktılar. Bu hafta kendimize şöyle katlanır masa,sandalyelerden ve birde araba buzluğundan almamız lazım.

Profesyonel piknikçi olamaya adım atıyoruz yani Berkay çok hevesli hatta kamp yapmakta istiyor, bakalım.. Önümüzdeki hafta sonu havalar iyi olursa başka başka planlar düşünmem lazım. Şimdi bir sürü iş güç beni bekler.

Sadece Dinleyebilmek


    Geçtiğimiz hafta blogcuanne.com da konuk yazar bir kadın başından geçen "konuşulamayan" konulardan olan kürtaj hakkında kendi yaşadıklarını anlattığı bir yazı kaleme almış ve sevgili Elif'te bizlerle paylaşmıştı. Buraya kadar normal gibi olan bir blog yazısı neden bu kadar saçma yorumlar aldı anlayamıyorum hatta İnstagram hesabından daha da ağır eleştiriler geldi. Yorumları okudukça dehşete düştüm. Kadın kadının düşmanı zaten onu biliyoruz ama bir konu hakkında herhangi bir fikir paylaşmadan önce empati kurabilmek, bunu sanki kendi kız kardeşimiz, teyzemiz, kuzenimiz, bir yakınımıza yorum yapıyor gibi yazabilmek neden zor? Herkes dinden bahsetmiş ama tanımadığı birini bu kadar kırıcı şekilde eleştirebilirken, kalp kırmanın günahını kimse düşünmemiş. 
  "Korunun yahu korunun!" diyebilmiş şekilde yorum yapanlar var mesela ama hiç bir yöntem %100 garanti vermiyor ki hem condom hemde spiralle hamile kalan arkadaşlarım var benim. Durumları kötü olan insanlar bakamayacakları bir çocuğu dünyaya getirmeme kararı veremeyecek mi? Kürtajın doğruluğu yada yanlışlığı tartışılır ama bu bana düşmez. Benim fikrim herkesin bedeni üzerinde kimseye hesap vermeden ne isterse yapabilmesinden yana. Toplumun yada ailenin ne dediğine göre yaşarsak ne kadar mutlu oluruz? Bu zaten çok zor bir karar. Hem hiç bir kadın güle oynaya gitmiyor kürtaja üstelik hem fiziksel hem psikolojik olarak ta çok zor bir durumdalar. 

  Karşımızdaki anlattığında sadece dinleyebilsek bazen, cevap vermeden, yadırgamadan.. Sözle bile destek olmadan..sadece dinleyebilsek. İhtiyacı olan omzu uzatıp yaslanmasını sağlasak ve o anlatabilse.. İçinde kaldıkça daha çok üzülüyor insan. Neden bu kadar acımasızlaştı insanlar?

12 Nisan 2018 Perşembe

Sarmaşık Otu Kavurması


     Ee Ot Festivaline gidipte sarmaşıklar, şevketi bostanlar, radika, kuşkonmaz ve turp otları alınmadan dönülür mü ? Otların yapımı çok basit hepsi haşlanıp sarımsak, zeytinyağ ve limonla karıştırılıp servis ediliyor. ama hepsini pişirmek böyle zahmetli değil. Sarmaşığın biraz zeytin acısına benzer bir tadı var zaten acı ot olarakta biliniyor. Bıçak değerse iyice acılaşacağı için elle kopartılıyor.
Sap tarafından başlanarak yukarı doğru "çıt çıt" diye kopartıldığı yerden bölünüyor. Sert kısımları atıyoruz ama ve bölmeden önce yıkamak lazım. Biraz narin bir ot yani:) 

   Tavada zeytinyağ da taze soğanı (isteğe bağlı kuru soğan yada pırasada olur) kavurup sonra sarmaşığı ekliyorum. Önce kızgın ateşte tahta kaşıkla (metal değerse acılaşıyor) çevirerek sonra kısık ateşte üstü kapalı suyunu çekene kadar pişiriyorum. En son üstüne çırpılmış yumurtayı, baharatları ve tuzu ekleyip hafifçe karıştırarak pişirmeye devam ediyorum. İlk defa deneyenlere tuhaf gelebilir ama biz Egelilerin bahar olunca pazarda görmekten en mutlu olduğu şeylerden biridir.
Genelde böğürtlen gibi dikenli bitkilerin altında yetişir.Mayısa kadar bulmak mümkündür. 

Bu arada eğer İzmir'e gidecekseniz Alaçatıdan ziyade (çok pahalı) pazar günleri kurulan Sığacık Doğal Pazarına mutlaka gidin. Köy kadınlarının sarmaları,börekleri,yöresel tatlıları ve yemeklerinin yanı sıra Kale içinde ki pazardan sebzelerinizi alabilirsiniz. Urla pazarı da yine Alaçatıya göre daha uygun ve daha güzel.

11 Nisan 2018 Çarşamba

Zeytinyağlı Sakız Kabağı


    Citta slow Sığacık pazarında bir o tezgahta bir bu tezgahta dolanırken rastladığım tazecik ve minicik, çiçekleri üstünde sakız kabakların dan almadan gelemedim tabi. Dün akşam pişirdim bugün ve yarın için ofiste öğlen yemeğinde yemeyi düşünüyorum, ev halkı kendisini tüketmiyor çünkü. Berkay biraz yoğurtla yedi ama "normalde tercih etmem" dedi. bence yoğurtla beraber harika bir yaz yemeği kendisi.
 *Zeytinyağlı yemeklere kesme şeker koyuluyor ama mevsimindeki sebeler tadı zaten çok güzel ben eklemiyorum,vegetada koyulabilir tat vermesi için ama onuda çok fazla katkı maddesi içerdiği için tercih etmiyorum.


Malzemeler

Yarım kg sakız kabağı
1 kuru soğan yada iki dal ince kıyılmış taze soğan (ben taze soğanla yaptım)
3 diş sarımsak, rendelenirse daha aromatik oluyor
2 adet domates (ben yazdan hazırladığım konservelerden kullandım)
3-4 dal dereotu ve taze nane, ince kıyılmış
2 yemek kaşığı limon suyu
Zeytinyağ



Kabakları ortadan ikiye bölüp sonra uzunlamasına dörde böldüm. Taze soğan ve sarımsağı çok az zeytinyağ da kokusunu çıkarıp hemen kabakları ve domatesi ekledim. Su eklemeye gerek bile kalmadan kısık ateşte pişiriyor daha sonra da tencereyi yavaşça sallıyorum çünkü kaşıkla karıştırınca narin kabaklar hemen eziliyor. Altını kapatınca da limon suyu,sarımsak ve biraz zeytinyağını çırpıp üzerine gezdirip, dereotunu ekliyor ve demlenmeye bırakıyorum. Enfes bir koku oluyor. Çırpılmış yoğurtla da servis ediyorum. Ilık yada soğuk hiç fark etmeden tüketiyorum:) 

Mini Bahar Kaçamağı Ve Alaçatı Ot Festivali



       Havalar harika değil mi? Bizde bu güzel havaları fırsat bulduk ve soluğu   İzmir'de aldık. Aslında hedef Sakız adasında ki Roket Savaşlarına katılmaktı ama oralardan iki günde dönemeyeceğimizi bildiğimiz için adaları uzun bir zamana bıraktık ve bu sefer Alaçatı Ot Festivalinde bulduk kendimizi.



 Gerçi bizim kaldığımız yerde zaten harika köy pazarları ve yeşilliğin her çeşidi olduğu için festivaldeki fahiş fiyatlı ürünlere kanmadık ama festival havası işte çok eğlenceli ve farklı bir ortam. Bol otlu böreklerden meşhur Çeşme Limonatasıyla kaç tane yediğimden bahsetmiyiciğiimm:)) Üstelik sonra Kumru ve midyede yemedim:))) Çeşmede harika damla sakızlı muhallebi ve dondurma da yapıyorlar gideceklerin aklında olsun.

   Gelmişken benim de özlediğim lezzetlere gömüleceğim kesin. Sabah şehre indik Pasaportta boyozla kahvaltı sonra Hisarönünde enfes Kaymaklı Şambali yedim. Minnağımı gezdirmeyi düşündüğüm bir kaç yer vardı mesela Atatürk Müzesine gittik. Kızlar Ağası Hanını gezdik. Asansöre geçen sefer götürmüştüm bu sefer orayı geçtik onun yerine Teos Harabelerini ve Sığacık Değirmenini gezdik. Her köşede lokma dökülüyordu kayıtsız kalamadım sizin yerinizede yedim:) Gitmeden bilerek tartılmıştım, gelince bir baktım 1.7 kg fazla üstelik 20 gün kadar kaldığım Avusturya'dan bile 650grm alarak dönmüştüm hemde vücüdumun %60 kadarı tatlı, geri kalanı birayken! İzmir yaradı bize oğlanın yanakları al al oluyor her gidişimizde. Instagram arşivim geziden kalan fotilerle dolu ama aldığım otlarla yaptığım tarifleride buradan paylaşırım artık:) 
  Ertesi gün kalabalığa hiç girmeden tüm gün plajda takıldık. Denizin kokusu, dalgaların sesi ve güzelim imbatın keyfini çıkarmak gibisi var mı? Kamyon,kepçe,kova,kürek ne varsa atmıştım arabanın arkasına. Sandviçlerimizi ve Sığacık pazarından aldığımız Ebegümeci ve enginar dolmasını, otlu ve kıymalı börekleri, damla sakızlı kurabiyeleri, mücverleri ve içeceklerimizi de alıp saatlerce yerimizden kalkmaya bile ihtiyaç duymadan oturduk. Denize girerdim ama minnakı zaten zor tuttuk, gitti geldi ayaklarını soktu o yüzden kıyıda takıldım. Tv falan olmadan akşamları üçümüz sohbet edip sonra erkenden uyuduk bu bizim için garip bir deneyim oldu. Hepimizin evde meşgul olduğu bir şeyler varken aslında hep üçümüz olsakta pekte baş başa sayılmıyormuşuz onu anladım. Üstelik sabahta erkenden ve uykumuzu tam alarak gayet ernerjik kalktık. 
    
Böyle ufak kaçamaklarda olmasa bu koşuşturmalı hayattan nasıl zevk alacağız değil mi?  Şuan evde dünya iş var ama aklımda Düzce'de Torkul Yaylasına gidip kamp mı yapsak yoksa iki gün Mudanya mı yapsak diye düşünceler var:) Hafta sonları Dedeağaça geçip yemek yiyip gelmek artık hayal olacak gibi maalesef. 
Euronun ve doların durumu düşünüldüğünde bundan sonra biraz zor gibi gözükse de bakacağız bir çaresine. 

3 Nisan 2018 Salı

Evcil Hayvanın Ölümü

   Evimizin minicik neşesi Mimi' yi kaybettik:( Üstünden biraz süre geçti tabi yeni değil ama acısı hep taze böyle şeylerin. Sabah Berkay'ı okula geçirdikten sonra yanına gittim neden sesi çıkmadı diye o sırada fark ettim. Tabi bir önceki gece saatlerce oynadığımız ve oğlumun onunla kıkır kıkır gülüşmesi,saçlarına konması,  öpmesi aklıma geldikçe çok üzüldüm, oturup ağladım. Hatta ağladıkça rahatladım. 
   Benim şimdiye kadar 3 köpeğim, ikide muhabbet kuşum vefat etti.
Hatırlıyorum da annem bu konuda bizimle fazla konuşmamıştı. Babaannemi kaybettiğimizde bile ciddi bir konuşma yapmamıştık. Çok sonraları biriyle konuşurken benim ne kadar güçlü hatta bazen umursamaz olduğumdan bahsettiğini duydum. Hiç bir şeyden korkmadığımı düşünüyormuş ve bu sebepten de desteğe ihtiyacım olmadığını düşünmüş! Belki de ben bu yüzden oğlumla her şeyi konuşmaya çalışıyor, hiç bir konuyu üstün körü geçiştirmek istemiyorum. Zaten okuduğum kadarıyla çocuklara "ölüm" kavramını anlatan kişinin psikolojisinden etkilenecekleri için, ölümü içsel olarak sindirmiş birinin anlatması uygun olurmuş. 
   Benim için anlatmamak bir seçenek değildi. Benimle her duyguyu konuşabileceğini bilmesini istedim. Ayrıca bu yas süreciyle nasıl baş ettiği ileri ki yaşamında da yas ve kayıp ile nasıl baş edeceğine dair bir referans oluşturacağı için elimden geldiğince dikkatli davranıp,destek olmaya çalıştım.
   Biliyorum çağımızda ebeveynlik artık daha zor çünkü her şey travma sebebi. "Balığı öldü ayyy söylemeyelim, hemen yerine aynısından koyalım" gibi bir fikir çoğu kişiye göre daha normal. Ben ise önce geçiştirdim ama unutulur denilen süre geçmesine rağmen hala sormaya devam edince, kuşunun öldüğünü söyledim. Üzüldü, keşke daha iyi baksaydık hasta olmasaydı dedi ama sadece hastalıktan ölünmez her şey doğar ve ölür dedi. Uyuyor desen uyansın der,artık daha iyi bir yerde desen gidip görmek ister,kaybettik desen o ayrı bir boşluk oluşturur.. Ee soyut kavramları anlayabilecek bir yaşta değil. Anlattık yine de ama bu kadar basit kapanmadı konu çünkü sadece hastalıktan ve yaşlılıktan ölünmüyor. Konuştuk biraz..sıkıntı vericiydi. Dibimizde savaş var ve savaştan kaçan ,sokaklarda hayat mücadelesi vermeye çalışan binlerce mülteci var. Çocuk bunları görüyor çünkü her yerdeler,  haber değil ki kanalı değiştir görmesin! Dilendirilen çocukları görüyor, sokakta ölmüş bir hayvan da görebiliyor. Sonuçta hayat herkese adil davranmıyor, doğduğun coğrafya nasıl bir hayat yaşayacağın konusunda belli imkanlar sunuyor. Ebeveyni olmayan çocuklar, yuvada büyüyenler, şehit çocukları, sakat doğanlar, kanser olanlar.. Küçücük yaşında kendinden büyük sorunlarla mücadele edenler var. Neler neler yaşayan çocuklar varken normal olanı çocuğumdan saklamak onu gerçek dünyadan sakınmak istemiyorum.
   Ama her çocuğun yaşından ziyade duygusal yapısına göre anlatılabilecek bir tarz vardır diye düşünüyorum. Ben cenazeye götürmeyi tercih etmem mesela ama bunu da yapan çok. Bakıyorum da köylerde çocuklar baktıkları hayvanların kesildiğini görüyor hatta dağlarda avcılık yapanlar, haliyle çocuklarına da bunları öğretiyor. Hollywood filmlerinde görüp eleştirilen şu ölü süslenen evler vardır ya hani içinde insanların yaşaması yadırganır. Aslında imamların camilerde yaşaması ve büyük şehirler dışında morgların camilerde olması, dışarıda ölü yıkanması, çocukların bunlara şahit olması hatta kurbanlık kesilirken çocuklara izlettirilmesi, cenaze namazlarında en ön saflarda tutulmaları falan hiç konuşulmaz. Toplumumuzda pek tutarlı bir davranış modeli yok yani. Herkesin inancına ve yetiştirilme tarzına, kendi aile yapısına göre konuyu ele alış şekli değişiyor.
   Ölüm de doğum gibi normal. Ama herkes süreci farklı yaşıyor. Genelde insanlar kendi hazır hissetmediği yada karmaşık şeyler hissettikleri duygulara karşı ,işte ölüm gibi, çocuklarda travmatize duygular yaratabileceği için konuya değinmekten kaçınırlar. Oysa çocuğu kaygılandırmadan ölüm ve umuttan beraber bahsedilebiliyor. Bunun yolunu anlatan kitaplar fazlasıyla mevcut, içinden kendinize göre olan bir tane muhakkak ki bulursunuz.
Durduk yere her canlı bir gün ölümü tadacaktır diyelim demiyorum tabi ama vakti geldiğinde bundan kaçınmayı ben kendi adıma doğru bulmuyorum. Yaşam döngüsünden bahsediyoruz, mesela Aç Tırtıl bile ne evrelerden geçiyor değil mi? Yapraklar diziyoruz yan yana yeşil,sarı,kahverengi,mor ve kuru.. Onlarda değişiyor. Hayat aynı durmuyor. Derelerden akan su göle doluyor,göl hep aynı olduğu yerde ama içindeki yaşam değişiyor, o su biz fark etmeden buradan geçip denizlere ulaşıyor. Sürekli bir devir daim mevcut. İnsan doğuyor,büyüyor,seviyor.. Kışın doğa bile uyuyor ama baharla yeniden uyanıyor. Her şey sonsuza kadar yaşasaydı ne korkunç olmaz mıydı? Geçen gün sosyal medyada çok severek takip ettiğim bir anne sormuştu ölümsüzlüğü ister miydiniz diye, bende verilen sınırlı süreden memnunum dedim.
  Ölüm olmasaydı her şeyi erteler hep sonraya bırakırdık ama önünde sonunda bunun olacağını bildiğimiz için YAŞIYORUZ. Kimi zaman tadını çıkararak kimi zaman şikayet ederek.. Bu hafta sonu okuduğum bir çocuk kitabı "Natalie Babbitt / Ölümsüz Aile" bu konuda tekrar düşünmeye itti beni. Belki çok yakın bir aile yakınını kaybetseydik daha farklı konuşmalar da olacaktı ama şimdilik konuyu deşmeye gerek yok. Durduk yere çocuğu varoluş komasına mı sokayım:) İki post önce çocuklar için felsefe konusunda bahsettiğim kitaplarda da var bu konu. Kumkurdu kitabında da Zacharina' nın başından böyle bir olay geçiyor,okuyanlar hatırlayacaktır. Konuyla alakalı başka çocuk kitapları; Dedemin Adası ve Ben'in Gemisi olabilir. The Tenth Good Thing About Barney çoğu kişiden duyduğum ve tavsiye edilen bir kitap ama ben henüz okuyamadım. Annem Her Yerde diye bir kitapta annesini kaybeden bir çocukla ilgili ama o çok daha özel ve ağır bir konu tabi.
   Yani aklında ölüm kavramı yokken çocuğa bunu anlatmak değil de olduğu zaman yada merak edip sorduğunda geçiştirmeden bahsetmekten yanayım. Hayatın bize neler getireceği belirsiz tabi. Siz olsanız bu konuyu geçiştirmekten yana mı olursunuz yoksa anlatmaya mı çalışırsınız merak ettim.




2 Nisan 2018 Pazartesi

Ruh Halim


    Bu aralar sosyal medyada fazla aktif değilim, akşamları minnak uyuduğunda film izliyor çoğunlukla kitap okuyorum. Bazı sabahlar acaip enerjik oluyorum bazen yastığa gömülüp sürünerek kalkıyorum.Geçen hafta işle ilgili bir sıkıntı yaşadık ve tüm verdiğimiz kararları etkileyecek gibi duruyor,İzmir'e gidemeyebiliriz yani şehir değişikliği planları askıda şuan yinede Sinop'ta bir dağ evi yaptırmak daha küçük ölçekte bir plan olduğu için o devam ediyor. Bu olay canımı gerçekten çok sıktı. Okul olayını ne yapacağız işte o çok büyük sıkıntı, ondan daha geniş bahsedicem..
   Birde bu sıkıntılardan mı yoksa bahar havasının verdiği o psikolojiyle mi bilemiyorum artık kendimi temizliğe verdim:))) Dip,köşe eve giriştim ama ne temizlik anlatamam..en son kollarım kopmuştu o uyuz fransız balkon camları silerken.Üstelik sonra yağmur yağdı, hemde arap diyarlarından gelen çamurlu yağmur! Teşekkürler evren!  Daha fazla yorum yapmıyorum aşağıdaki arkadaş gerekli her şeyi söylemiş zaten:)